Defne
New member
[color=]Derinlerdeki Devler ve Yüzeydeki İnsanlar: Türkiye Denizlerinde Balinalar ve Toplumsal Yapıların Kesişim Noktası
Ege kıyısında bir sabah, sessizliği delen dev bir nefes sesi… Gözünüzün önüne getirin: denizin yüzeyine çıkan bir ispermeçet balinası, burnundan fışkıran suyla gökyüzünü çiziyor. Türkiye denizlerinde yaşayan bu dev canlıların varlığı genellikle bilimsel bir merak konusu olarak görülür; ancak onların hikâyesi, aslında bizim toplumsal yapımızla derinden bağlantılı. Balinalar ve insanlar arasındaki ilişki, doğayla kurduğumuz bağın, güç ilişkilerimizin ve eşitsizlik algılarımızın aynası gibidir.
[color=]Türkiye’deki Balina Türleri: Görünmez Devler
Türkiye denizlerinde gözlemlenen başlıca balina türleri arasında ispermeçet balinası (Physeter macrocephalus), uzun yüzgeçli kambur balina (Megaptera novaeangliae) ve zaman zaman cüce balina (Balaenoptera acutorostrata) yer alır. Akdeniz ve Ege’nin derin sularında özellikle ispermeçet balinaları sıkça kaydedilmiştir. Ancak bu türlerin çoğu, insan faaliyetlerinin oluşturduğu ekolojik baskılar — gemi trafiği, deniz kirliliği, ses kirliliği ve iklim değişikliği — nedeniyle tehdit altındadır.
İlginçtir ki, balinaların bu görünmezliği yalnızca biyolojik bir durum değil; aynı zamanda toplumsal bir metafor gibidir. Tıpkı deniz altındaki bu devlerin fark edilmediği gibi, toplumda da bazı grupların sesi — özellikle kadınların, azınlıkların ve alt sınıfların — çoğu zaman duyulmaz.
[color=]Toplumsal Cinsiyet ve Doğayla İlişki: “Kadın” ve “Balina” Arasındaki Sessiz Parantez
Ekofeminist kuram, doğa ile kadın arasındaki benzer baskı biçimlerine dikkat çeker. Patriyarkal düzen, doğayı da tıpkı kadınları olduğu gibi “kontrol edilmesi gereken bir kaynak” olarak görür. Bu bakış açısı, deniz ekosistemlerinde balinaların kaderini de belirler.
Türkiye’de deniz koruma projelerinde kadınların aktif rol aldığı örnekler artıyor: Akdeniz Koruma Derneği’nin saha çalışmalarında kadın bilim insanlarının öncülüğü, çevre mücadelesinin toplumsal cinsiyet boyutunu görünür kılıyor. Yine de araştırma fonlarının dağılımında erkek bilim insanlarına yönelik tarihsel ayrıcalıklar, kadınların sesini tam olarak duyurmasını zorlaştırıyor. Bu durum, yalnızca bilimsel temsil eşitsizliği değil, aynı zamanda doğanın korunmasına yönelik kararların kimler tarafından alındığını da gösteriyor.
Bir kadın deniz biyoloğunun ifadesiyle:
> “Denizlerdeki sessizlikte kendimi buluyorum ama aynı sessizlikte kayboluyorum da. Çünkü çoğu zaman kadınların sesi, tıpkı sonar sesleri arasında kaybolan balinalar gibi yankılanmadan sönüyor.”
[color=]Irk ve Sınıf: Deniz Kıyısında Kimin Sesi Duyuluyor?
Denizlerle ilişkimiz yalnızca ekolojik değil, aynı zamanda ekonomik ve sınıfsal bir ilişki. Balıkçılıkla geçinen kıyı topluluklarında, özellikle yoksul erkekler için deniz hem bir geçim kaynağı hem de kimlik unsuru. Ancak iklim değişikliği ve kıyı politikaları nedeniyle balık stoklarının azalması, bu erkekleri de sistemin mağduru haline getiriyor.
Yani balina avcılığı yasaklanmış olsa da, kapitalist üretim biçimi hâlâ “denizden ne kadar alınabilir?” sorusuna dayanıyor — tıpkı toplumun emekçilere sorduğu “ne kadar daha verebilirsin?” sorusu gibi.
Öte yandan, çevre koruma hareketlerinde “beyaz yakalı” bir ton hâkim. Sivil toplum kuruluşları veya akademik çevreler çoğunlukla kentli, orta-üst sınıf bireylerden oluşuyor. Bu durum, kıyı halkının yaşadığı çevresel adaletsizliklerin sesini kısabiliyor. Böylece çevre mücadelesi, bazen istemeden de olsa sınıfsal bir ayrıcalık alanına dönüşüyor.
[color=]Erkeklerin Çözüm Odaklı Yaklaşımları ve Paylaşılmış Sorumluluk
Toplumsal cinsiyet rolleri, çevre mücadelesinde erkeklerin pozisyonunu da şekillendiriyor. Bazı erkek aktivistler, çevre sorunlarına teknik çözümlerle yaklaşırken — örneğin akustik ölçüm cihazlarıyla balina hareketlerini izleme sistemleri geliştirmek gibi — bu çözümler genellikle “duygusal” değil “rasyonel” olarak çerçevelenir. Ancak çevresel duyarlılık, yalnızca teknolojiyle değil, empatiyle de ilerler.
Son yıllarda özellikle genç erkeklerin, duygusal emeği küçümsemeyen yeni bir çevreci erkeklik tanımı benimsediği gözlemleniyor. Bu dönüşüm, hem doğaya hem de kadınlara yönelik daha eşitlikçi bir bakış açısına zemin hazırlıyor.
[color=]Balinalar, Eşitsizlikler ve Görünmeyen Ekolojiler
Türkiye’deki balinalar, aynı zamanda görünmeyen yaşamların sembolü. Tıpkı kıyı kasabalarında balıkçı kadınların yaptığı sessiz emek gibi, bu dev canlılar da insan merkezli dünyada görünmez kalıyor. Sosyolog Arlie Hochschild’in “duygusal emek” kavramı burada yankı buluyor: kadınlar ve balinalar, her ikisi de görünmeyen bir bakım işinin — doğanın devamlılığının — taşıyıcıları.
Irk bağlamında, göçmen işçilerin deniz ekosistemlerinde en riskli işleri yapmaları da dikkat çekici. Mersin ve İskenderun limanlarında çalışan Suriyeli göçmenler, gemi onarımlarında veya balık işleme tesislerinde en düşük ücretlerle çalıştırılıyor. Bu durum, çevresel ve toplumsal adaletin kesiştiği acı bir tabloyu ortaya koyuyor: doğanın sömürüsü, insan emeğinin sömürüsüyle el ele gidiyor.
[color=]Denizlerin Geleceği İçin Yeni Bir Toplumsal Sözleşme
Eğer balinaların yaşadığı denizler bizim de yaşadığımız dünyayı yansıtıyorsa, o zaman koruma çabaları sadece biyolojik değil, etik ve toplumsal bir mücadeledir. Kadınların sezgisel ve topluluk odaklı yaklaşımlarıyla, erkeklerin teknik bilgi ve çözüm geliştirme becerileri arasında bir köprü kurmak mümkündür. Ancak bu köprünün ayakta kalabilmesi için, sınıf farklarını ve ırksal adaletsizlikleri de hesaba katmamız gerekir.
Peki, gerçekten doğayı korumak istiyorsak önce kimleri dinlemeliyiz? Kıyıdaki balıkçı kadını mı, laboratuvardaki araştırmacıyı mı, yoksa denizin dibindeki balinayı mı?
Belki de cevap, hepsini eşit birer ses olarak duyabildiğimizde ortaya çıkacaktır.
[color=]Kaynaklar ve Notlar
- Akdeniz Koruma Derneği (2023) – Türkiye Denizlerinde Balina ve Yunus Gözlemleri Raporu.
- FAO, “Marine Biodiversity and Social Equity,” 2022.
- Hochschild, A. (1983). The Managed Heart: Commercialization of Human Feeling.
- Kişisel deneyim: 2022 yazında Datça kıyısında gönüllü olarak katıldığım deniz temizlik çalışmaları sırasında balina seslerinin kaydedildiği bir an, bu yazının çıkış noktasını oluşturdu.
[color=]Tartışma Soruları:
1. Doğa koruma politikalarında toplumsal cinsiyet eşitliği gerçekten dikkate alınıyor mu?
2. Balinaların korunması için alınan önlemler, yerel balıkçıların geçim haklarını nasıl etkiliyor?
3. Çevre mücadelesinde sınıf ve ırk temelli ayrımların farkında olmadan yeniden üretilmesi mümkün mü?
4. Empati, çevre bilincinde teknik bilgi kadar güçlü bir değişim aracı olabilir mi?
Ege kıyısında bir sabah, sessizliği delen dev bir nefes sesi… Gözünüzün önüne getirin: denizin yüzeyine çıkan bir ispermeçet balinası, burnundan fışkıran suyla gökyüzünü çiziyor. Türkiye denizlerinde yaşayan bu dev canlıların varlığı genellikle bilimsel bir merak konusu olarak görülür; ancak onların hikâyesi, aslında bizim toplumsal yapımızla derinden bağlantılı. Balinalar ve insanlar arasındaki ilişki, doğayla kurduğumuz bağın, güç ilişkilerimizin ve eşitsizlik algılarımızın aynası gibidir.
[color=]Türkiye’deki Balina Türleri: Görünmez Devler
Türkiye denizlerinde gözlemlenen başlıca balina türleri arasında ispermeçet balinası (Physeter macrocephalus), uzun yüzgeçli kambur balina (Megaptera novaeangliae) ve zaman zaman cüce balina (Balaenoptera acutorostrata) yer alır. Akdeniz ve Ege’nin derin sularında özellikle ispermeçet balinaları sıkça kaydedilmiştir. Ancak bu türlerin çoğu, insan faaliyetlerinin oluşturduğu ekolojik baskılar — gemi trafiği, deniz kirliliği, ses kirliliği ve iklim değişikliği — nedeniyle tehdit altındadır.
İlginçtir ki, balinaların bu görünmezliği yalnızca biyolojik bir durum değil; aynı zamanda toplumsal bir metafor gibidir. Tıpkı deniz altındaki bu devlerin fark edilmediği gibi, toplumda da bazı grupların sesi — özellikle kadınların, azınlıkların ve alt sınıfların — çoğu zaman duyulmaz.
[color=]Toplumsal Cinsiyet ve Doğayla İlişki: “Kadın” ve “Balina” Arasındaki Sessiz Parantez
Ekofeminist kuram, doğa ile kadın arasındaki benzer baskı biçimlerine dikkat çeker. Patriyarkal düzen, doğayı da tıpkı kadınları olduğu gibi “kontrol edilmesi gereken bir kaynak” olarak görür. Bu bakış açısı, deniz ekosistemlerinde balinaların kaderini de belirler.
Türkiye’de deniz koruma projelerinde kadınların aktif rol aldığı örnekler artıyor: Akdeniz Koruma Derneği’nin saha çalışmalarında kadın bilim insanlarının öncülüğü, çevre mücadelesinin toplumsal cinsiyet boyutunu görünür kılıyor. Yine de araştırma fonlarının dağılımında erkek bilim insanlarına yönelik tarihsel ayrıcalıklar, kadınların sesini tam olarak duyurmasını zorlaştırıyor. Bu durum, yalnızca bilimsel temsil eşitsizliği değil, aynı zamanda doğanın korunmasına yönelik kararların kimler tarafından alındığını da gösteriyor.
Bir kadın deniz biyoloğunun ifadesiyle:
> “Denizlerdeki sessizlikte kendimi buluyorum ama aynı sessizlikte kayboluyorum da. Çünkü çoğu zaman kadınların sesi, tıpkı sonar sesleri arasında kaybolan balinalar gibi yankılanmadan sönüyor.”
[color=]Irk ve Sınıf: Deniz Kıyısında Kimin Sesi Duyuluyor?
Denizlerle ilişkimiz yalnızca ekolojik değil, aynı zamanda ekonomik ve sınıfsal bir ilişki. Balıkçılıkla geçinen kıyı topluluklarında, özellikle yoksul erkekler için deniz hem bir geçim kaynağı hem de kimlik unsuru. Ancak iklim değişikliği ve kıyı politikaları nedeniyle balık stoklarının azalması, bu erkekleri de sistemin mağduru haline getiriyor.
Yani balina avcılığı yasaklanmış olsa da, kapitalist üretim biçimi hâlâ “denizden ne kadar alınabilir?” sorusuna dayanıyor — tıpkı toplumun emekçilere sorduğu “ne kadar daha verebilirsin?” sorusu gibi.
Öte yandan, çevre koruma hareketlerinde “beyaz yakalı” bir ton hâkim. Sivil toplum kuruluşları veya akademik çevreler çoğunlukla kentli, orta-üst sınıf bireylerden oluşuyor. Bu durum, kıyı halkının yaşadığı çevresel adaletsizliklerin sesini kısabiliyor. Böylece çevre mücadelesi, bazen istemeden de olsa sınıfsal bir ayrıcalık alanına dönüşüyor.
[color=]Erkeklerin Çözüm Odaklı Yaklaşımları ve Paylaşılmış Sorumluluk
Toplumsal cinsiyet rolleri, çevre mücadelesinde erkeklerin pozisyonunu da şekillendiriyor. Bazı erkek aktivistler, çevre sorunlarına teknik çözümlerle yaklaşırken — örneğin akustik ölçüm cihazlarıyla balina hareketlerini izleme sistemleri geliştirmek gibi — bu çözümler genellikle “duygusal” değil “rasyonel” olarak çerçevelenir. Ancak çevresel duyarlılık, yalnızca teknolojiyle değil, empatiyle de ilerler.
Son yıllarda özellikle genç erkeklerin, duygusal emeği küçümsemeyen yeni bir çevreci erkeklik tanımı benimsediği gözlemleniyor. Bu dönüşüm, hem doğaya hem de kadınlara yönelik daha eşitlikçi bir bakış açısına zemin hazırlıyor.
[color=]Balinalar, Eşitsizlikler ve Görünmeyen Ekolojiler
Türkiye’deki balinalar, aynı zamanda görünmeyen yaşamların sembolü. Tıpkı kıyı kasabalarında balıkçı kadınların yaptığı sessiz emek gibi, bu dev canlılar da insan merkezli dünyada görünmez kalıyor. Sosyolog Arlie Hochschild’in “duygusal emek” kavramı burada yankı buluyor: kadınlar ve balinalar, her ikisi de görünmeyen bir bakım işinin — doğanın devamlılığının — taşıyıcıları.
Irk bağlamında, göçmen işçilerin deniz ekosistemlerinde en riskli işleri yapmaları da dikkat çekici. Mersin ve İskenderun limanlarında çalışan Suriyeli göçmenler, gemi onarımlarında veya balık işleme tesislerinde en düşük ücretlerle çalıştırılıyor. Bu durum, çevresel ve toplumsal adaletin kesiştiği acı bir tabloyu ortaya koyuyor: doğanın sömürüsü, insan emeğinin sömürüsüyle el ele gidiyor.
[color=]Denizlerin Geleceği İçin Yeni Bir Toplumsal Sözleşme
Eğer balinaların yaşadığı denizler bizim de yaşadığımız dünyayı yansıtıyorsa, o zaman koruma çabaları sadece biyolojik değil, etik ve toplumsal bir mücadeledir. Kadınların sezgisel ve topluluk odaklı yaklaşımlarıyla, erkeklerin teknik bilgi ve çözüm geliştirme becerileri arasında bir köprü kurmak mümkündür. Ancak bu köprünün ayakta kalabilmesi için, sınıf farklarını ve ırksal adaletsizlikleri de hesaba katmamız gerekir.
Peki, gerçekten doğayı korumak istiyorsak önce kimleri dinlemeliyiz? Kıyıdaki balıkçı kadını mı, laboratuvardaki araştırmacıyı mı, yoksa denizin dibindeki balinayı mı?
Belki de cevap, hepsini eşit birer ses olarak duyabildiğimizde ortaya çıkacaktır.
[color=]Kaynaklar ve Notlar
- Akdeniz Koruma Derneği (2023) – Türkiye Denizlerinde Balina ve Yunus Gözlemleri Raporu.
- FAO, “Marine Biodiversity and Social Equity,” 2022.
- Hochschild, A. (1983). The Managed Heart: Commercialization of Human Feeling.
- Kişisel deneyim: 2022 yazında Datça kıyısında gönüllü olarak katıldığım deniz temizlik çalışmaları sırasında balina seslerinin kaydedildiği bir an, bu yazının çıkış noktasını oluşturdu.
[color=]Tartışma Soruları:
1. Doğa koruma politikalarında toplumsal cinsiyet eşitliği gerçekten dikkate alınıyor mu?
2. Balinaların korunması için alınan önlemler, yerel balıkçıların geçim haklarını nasıl etkiliyor?
3. Çevre mücadelesinde sınıf ve ırk temelli ayrımların farkında olmadan yeniden üretilmesi mümkün mü?
4. Empati, çevre bilincinde teknik bilgi kadar güçlü bir değişim aracı olabilir mi?